Tıp, eğitim, sanat, teknoloji vb. sayabileceğimiz pek çok alanda artık yapay zekânın işimizi kolaylaştırdığına şahit oluyoruz. Bankacılık işlemlerimizden, hayal ettiklerimizi kelimelere ve görsellere dökmeye kadar uzanan geniş bir çerçevede yapay zekâ, bizimle iletişim kurarak “insan gibi” davranıyor.
Fakat konu binlerce yıldır ürettiğimiz sanata geldiğinde ise hem kurtarıcı hem de yok edici bir unsur olabilir.
Birikimlerimizle beslenen “yapay beyinler”; bildiğimiz her şeyi özümsüyor, hiç unutmuyor ve yorulmuyor.
Bir kitap, bir dizinin senaryosu, yeni bir sergi hazırlığı ve daha niceleri… Dinlenirken, yemek yerken ve uyurken harcadığımız zamanda, yapay zekâ bizim çoktan unuttuğumuz bilgilerimizi de kullanarak “bize benzeyen” çalışmalar çıkarabiliyor.
Bugün, yaşanan gelişmelerle bazı mesleklerin iş yükleri yapay zekâyla hafiflemeye başladı. İşin azalması da ülkelerin çalışma saatlerini azaltmasına kadar etki yarattı. Sanayi Devrimi’nde olduğu gibi yapay zekâyla meslekler ortadan kalkabilir ve yeni meslekler doğabilir hâle geldi.
Yeni çağa genel bir bakış atalım.
Pek çok yeni alternatif ve riskin bizi beklediği yarına hazır olmak için karşı karşıya olduğumuz gelişmede, farkındalığımızı arttırmamız gerekiyor. Neredeyse yaşamla ilgili her alanda işimizi kolaylaştıran yapay zekâlar üretiliyor ve her biri için olumlu yorumların dışında olumsuz görüşler de doğuyor.
Bilgimiz olmadan veya izinler dahilinde, hakkımızda bilgilerin toplanması ve işlenmesi; bilinç kazandırılmaya çalışılan bir bilgisayarda veya güvenilir olmayan ellerde tehlikeli bir silaha dönüşebilir olarak görülüyor.
Etrafımızın yapay zekâ araçlarıyla sarıldığı bu zamanlarda, işlerimizin kolaylaşmasının dışında bizi neler bekliyor?
Felâket tellallığı yapabilir ve yapay zekânın bir gün bizden öğreneceği hiçbir şey kalmadığında, bizi istemeyeceğini düşünebiliriz. “Fişi çekmeden” önce biraz daha düşünelim; evet, bizim gibi düşünmeye başlıyorlar ama nereye kadar?
Fişinin çekilebilirliği ve öğrettiklerimizin sınırlı olması bizi biraz sakinleştirebilir. Bugün gelişmiş görünen “yapay beyinler” yalnızca insandan öğrenmiş olduğu kadar ileri gidiyor ve duygularımızdan yoksun.
Küçük bir çocukken hayal gücümüzle ortaya çıkardığımız fikirleri hayal edelim.
Uçsuz bucaksız ve sürekli yenilenen diyarlar. Bugün o diyarları, küçük anahtar kelimelerle görüntüye veya sözcüklere dökebilmeyi hangimiz istemeyiz?
Hayal ettiğini hayata geçirmek için bugünü bekleyen yaratıcı beyinler de sonunda yapay zekâyla istediğine kavuşuyor.
Yapay zekâ kullanılarak yapılmış sayısız görsel ve yazı bulunuyor. Antik çağlarda fikirlerini hayata geçirebilme şansına erişen insanların ilham perileri, bugün yapay zekâlar olmuşa benziyor.
İlham perisine ihtiyacımız mı var?
Antik Yunan’dan, sanatın altın çağlarına kadar sanat eserlerinde gördüğümüz ilham perileri, yalnızca estetik figürlere isim vermek için doğmamışlardı. Üretmek istiyoruz; dünyaya iz bırakmak, unutulmamak veya kendimizi ifade etmek için. İlham perilerinin ilk doğduğu günlerde de bu üretimi somutlaştırabilecek bir güce duyulan ihtiyaç söz konusuydu.
Yeni fikirlerin, tasarım ve icatların bize “periler” tarafından gelmesini beklememiz gibi bugün yapay zekâdan da düşünce hamurumuzu şekillendirmesini ve somutlaştırmasını bekliyoruz.
İşte bugüne kadar ürettiğimiz, çarpıcı yapay zekâ örnekleri;
“Bana bir şarkı yaz, içinde yıllarım olsun.”
- The Illiac Computer “Excerpt From Illiac Suite For String Quartet”
Yapay zekânın gerisine giderek başlayalım. 1957 yılında Lejaren Hiller ve Leonard Isaacson’ın bir oda büyüklüğündeki bilgisayarlarıyla yazdıkları müziğe bir kulak verelim. Bugünü görselerdi bizimle gurur duyarlar mıydı acaba? 2016 doğumlu Miquela’yı görmüş olabilirsiniz.
- Miquela – Speak Up
Model, şarkıcı, influencer ve oyuncu diyebileceğimiz yapay zekâ robotu. Güncellemelerle daha neler yapacak acaba?
Edebiyatta da durum beklediğiniz gibi.
Yazılı kaynaklarda da yapay zekâ kullanımı çok yaygın. Şaşırtıcı bir örnek olarak büyük oranda yapay zekâya verilen yönlendirilmelerle oluşturulmuş ilk roman diyebileceğimiz “Yazarın Ölümü” buna bir örnek.
İsmi de içimizi açmayan bu çalışmanın yazar koltuğunda Aiden Marchine takma ismiyle, Stephen Marche bulunuyor. Yaklaşık olarak %95’i yapay zekâ tarafından yazılan romanda bir cinayetin öyküsü konu ediliyor. (Merak etmeyin, yazarları öldüren bir yapay zekânın öyküsü değil.)
Ürettiğimiz her şeyde bizden öncekilerin adımları üzerinden ilerliyoruz.
Basit çerçevede, yapay zekâ da aynı yöntemi kullanarak öğreniyor ve bizim adımlarımızı hızlandırıyor.
Önümüze serilenleri nasıl ve hangi amaçla kullanacağımız, ne açıdan bakacağımız bize kalıyor. Yapay zekâ, yalnızca kocaman bir hafıza gibi insanlık tarihinden ona öğretilenleri önümüze seriyor; ama şimdilik.
İster sanatçı ister zanaatkâr olsun insana en yakın, “yapaya” en uzak gördüğümüz emeklerimiz, makinelere öğretmeye çalıştığımız geçmişimizin “en biz” olan içerikleri. Doğru olan; yapay zekâyı kullanırken bile, en çok “kendimizden koymak” gibi görünüyor.
Sizce yapay zekâyla olan iletişimimizde sınırlarımızı aşıyor olabilir miyiz?
Yapay zekâ gündeminden içeriklerimiz:
Yapay zekâyı kullanarak yaptıklarımıza göz atmak isterseniz: